Bosna-Hersek İzlenimlerim: Saraybosna
Ekimi Kasıma bağlayan hafta içerisinde, mesai arkadaşım A. Murat Fatsa ile Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’daydık. Aktarma ve beklemelerle birlikte yaklaşık 5 saat süren bir uçak yolculuğunun ardından, görkemli dağların eteklerine kurulmuş köylerin ve sararmaya yüz tutmuş yaprakların bizi karşıladığı Saraybosna-Butmir’deki havaalanına ulaştık. Uçağın penceresinden bizi selamlayan, şehrin kenarlarına rastgele serpiştirilmiş bir ya da iki kattan oluşan kırmızı çatılı evler, Saraybosna’ya kısa sürede alışmamızdaki önemli etkenlerden biri oldu. Uçaktan inip gerekli işlemleri tamamladıktan sonra, Saraybosna’da bize rehberlik ve aynı zamanda yârenlik edecek olan Aida Hanım ile beraber şehir merkezine doğru yola koyulduk ve yarım saatlik bir otomobil yolculuğundan ardından şehir merkezine ulaştık. Bulgaristan semalarının bulutlu olmasına rağmen Saraybosna’da güneşli, ama bir o kadar da soğuk bir hava bizi bekliyordu.
Yaklaşık yarım milyonluk nüfusa sahip bu sevimli şehrin dar ve dik sokaklarından biri olan “Abdesthana Sokağı”ndaki otelimize yerleştikten sonra, bulunduğumuz ortamı tanımak adına kısa bir şehir turuna çıkmaya karar veriyoruz. İlk durağımız merhum Aliya İzzetbegoviç’in anıt mezarı oluyor. Anıt mezarın bulunduğu yerin etrafındaki ve aşağısındaki pek çok eski ve yeni mezar dikkatimizi çekiyor. Yeri gelmişken, sadece burada değil, şehrin pek çok noktasında irili ufaklı şehitliklerin ve tarihî mezarlıkların mevcut olduğunu belirtmek isterim. Savaşın izlerini bu mezarlıklarda izlemek mümkün. İnsan tarihin derinliklerinde kaybolmaya başlıyor bir an sonra...
Bulunduğumuz yerden yokuş aşağı, bakırcı ve kalaycı dükkânları arasından, insanların karşıdan karşıya geçmek için beklediği geniş bir caddeye ulaşıyoruz. Burada, özellikle yoğun olarak kullanılan caddelerde, kırmızı ışıkta geçen yayalara ceza kesen polis memurları bulunuyor ve bu memurlar, birisinin kırmızı ışıkta geçtiğini görür görmez cezayı kesiveriyor. Caydırıcı bir unsur olduğundan mıdır bilinmez, polisin olmadığı yerlerde dahi, yol boş olsa da, insanlar yeşil ışığın yanmasını bekliyor. Sadece buna ve bunun gibi birkaç izlenimime dayanarak, Bosna-Hersek halkının kurallara sıkı sıkıya bağlı ve planlı bir hayat yaşadığını söyleyebilirim. Avrupa'nın pek çok yerinde durum böyle ve bu bir bakıma insanların ailede aldığı terbiye, yetişme tarzları ile yakından alakalı bir durum.
Şehir, rengârenk ve çeşit çeşit tramvayları üzerinde taşıyan tarihî bir ulaşım hattıyla âdeta ikiye ayrılıyor. Onlarca yıl öncesinden kalma eski tramvaylar -ki bunlar Avrupa’nın tam zamanlı çalışan ilk tramvayları sayılmakta- bu şirin şehrin zihnimizdeki belirgin öğeleri arasındaki yerini alıyor. Birkaç adım yürüdükten sonra, şehrin sembollerinden biri olan, Başçarşı semtinin merkezindeki ahşaptan yapılma “Sebilj”e yani ‘Sebil’e ulaşıyoruz. 1753 yılında Mehmet Paşa (Kukavica) tarafından yaptırılan Sebilj, 1891 yılında Çekoslovakyalı mimar Alexander Vitek tarafından şu anki yerine taşınmış. Klasik Osmanlı mimarisinin sayılı örneklerinden biri sayılacak bu Sebilin etrafında ise pek çok pastane ve dükkân yer alıyor.
Sebilin bulunduğu bölgeyi geçip Saraçi Caddesini takip ederek, tarihî kaldırımlar üzerinden şehir merkezine doğru ilerliyoruz. Savaşta kısmen zarar gören eski kaldırımların üzerinde yürüyebilmek hayli zor olsa da, geçmişin izlerini taşıyan hüzünlü taşlar farklı duygular uyandırmakta geç kalmıyor. Bu eski kaldırım taşlarıyla bezenmiş cadde üzerinde, Bosnalı Müslümanlar için şehrin önemli noktalarından ve sembollerinden biri olan 500 yıllık Gazi Hüsrev Bey Camii bulunuyor. Savaşta ağır hasar gören bu cami, 1996 yılında Suudi Arabistan tarafından aslına uygun olarak restore ettirilmiş. Caminin sağ tarafında bulunan bir saat kulesi de ilgi çekici yapılar arasında yerini alıyor. Kule, bilhassa Gazi Hüsrev Bey Camii ile birlikte aynı fotoğraf karesinde bulunduğunda, ortaya muazzam bir görüntü çıkıyor.
Saraçi’den sonra Ferhadiye Caddesine giriyoruz. Hemen her caddede olduğu gibi, bu cadde üzerinde de tarih kokan binalar gözümüze ilişiyor. Bunlardan birisi de “İsa’nın Kalbi” olarak da bilinen ve yapımı 1889 yılında tamamlanmış olan Saraybosna Katedrali. Savaşta ufak tefek hasarlar alan bu katedral, Katoliklerin sıkça ziyaret ettiği mekânlar arasında. Özellikle hafta sonları öğleden sonra, bu katedralin önünde seyyar satıcılar türlü alet edevat, elbise vs. satıp geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Ayrıca, katedralin önündeki geniş alan, insanların randevulaşma ve buluşma noktalarından biri durumunda.
Üç dine ait unsurları bir arada barındıran ve “Avupa’nın Kudüs’ü” olarak tanımlanan Saraybosna’da adım başı bir cami, kilise ve o kadar sık olmasa da sinagoglara rastlamak mümkün. Bu cami, kilise ve sinagogların, daha doğrusu şehirdeki binaların çoğu, savaş zamanında hasar görmüş, kullanılamaz hâle gelmiş ya da yıkılmış. Günümüzde bile hasarlı veya yıkılmaya yüz tutmuş binalar mevcut. Yaralarını sarmaya çalışan halk, bazı binaları tamir edip savaşın izlerini silmeye çalışsa da, yer yer delik deşik olmuş, bir kısmı hâlen kullanılan bir kısmı da kullanılamayacak durumda olan binalar gözümüze çarpıyor.
Şehrin doğu yakasına doğru ilerliyoruz. Birkaç yüz metre sonra, üzerindeki köprülerle dikkati çeken Milyatska Irmağı kenarlarına ulaşıyoruz. Hızla akan suyun sesi metrelerce öteden duyulabiliyor. Saraybosna’nın bir diğer sembolü olan bu ırmak ve köprülerin şehre apayrı bir hava kattığı aşikâr. Yaz aylarında ırmaktaki su miktarının azaldığı söylense de, doğudan başlayıp şehir boyunca uzanan ve sonrasında Bosna Irmağı’na dökülen Milyatska’nın görüntüsü bile ziyaretçilerin gönlünü fethetmek için yeterli sayılabilir.
Saraybosna’nın yemyeşil doğasının göz alıcı yerlerinden biri de, şehir merkezinden yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta bulunan Ilıca Mahallesi civarındaki Vrelo Bosna’dır. Şehrin keşmekeşinden sıkılanların uğrak mekânlarından biri olan Vrelo Bosna’da yaklaşık yarım saat geçiriyoruz. Ortamın rahatlatıcı ve dinlendirici havası, soğuğa rağmen bizi etkisi altına alıyor. İrili ufaklı pek çok su kaynağı, ördekler, sonbahara rağmen yer yer yeşil ağaçlar ve çimenler, şelaleler... Sanırım bu kelimeler Vrelo Bosna’yı tanımlamak için yeterli olacaktır.
Vrelo Bosna yakınlarında, havaalanı çevresinde, “Yakın tarihe tanıklık eden bir tüneli, ‘Saraybosna Tüneli’ni görmeden geçmek olmaz.” diyor Aida Hanım’ın eşi Ramadan Ramçe Bey. Rotamızı bu tünele çeviriyoruz ve birkaç dakikalık yolculuktan sonra tünele ulaşıyoruz. 1.6 metre yüksekliğinde ve 800 metre uzunluğundaki tünel, 1993 yılında, savaşın devam ettiği sırada inşa edilmiş ve Dobrinya ile Butmir’i birbirine bağlıyor. Savaş zamanlarında şehre yardım götürmek amacıyla açılan bu tünelin günümüzde sadece 20 metrelik kısmı kullanılabilir durumda. Tünelin açıldığı evin sahibi de, burayı bir turistik merkeze çevirmiş. Tüneli ziyaret etmeden önce, savaş yıllarına ve tünelin yapılışına dair kısa bir film izletiyor bize. Filmden sonra, savaş yıllarından kalma maskeler, silahlar, mermiler gibi envai çeşit hatıralarla dolu birkaç odaya göz atma fırsatımız oluyor. Bunlar, savaşın gerçekte nasıl bir şey olduğu hakkında somut fikirler vermekte gecikmiyor. Yere saplanmış ve henüz patlamamış izlenimi veren bir roket, o soğuk havada savaşın sıcaklığını hissetmemize yetiyor da artıyor..
Saraybosna’da, hava karardıktan sonra yaşam neredeyse sona eriyor ve gündüz saatlerinde hıncahınç dolu olan cadde ve sokaklardaki gürültü, akşam saatlerinde yerini sessizliğe bırakıyor. Akşam karanlığında, şehrin ışıkları eşliğinde gezintiye çıkan çiftlerin dışında pek kimseyi görmek mümkün değil. Şehrin ışıklarına değinmişken, özellikle tarihî yapıların ışıklandırılmasına büyük önem verildiğini de hatırlatmak gerekli; zira, Milyatska’nın kenarındaki Milli Kütüphane, Saraybosna Katedrali gibi eski binalar, geceleri göz kamaştırıcı ve bir o kadar da etkileyici görünüyor..
Saraybosna insanlarının oldukça nazik ve hoşgörülü olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Güler yüzlü ve samimi insanlar olmalarının yanı sıra kurallara uyan ve bulundukları çevreyi temiz tutmaya çalışan Boşnak halkı, Türkiye’den gelen insanlara da alışmış görünüyor. Öyle ki, belli başlı yerlerde “Türk çayı bulunur” ya da “Turski Döner” yazılı tabelaların yanı sıra Boşnak esnafının, mutevazı bir ses tonuyla, hoş geldiniz, teşekkür ederim gibi kalıp ifâdeleri kullandığına şahit oluyor kulaklarımız.
Turistik bir mağazadan hediyelik eşya satın almak istiyoruz. Dükkânına girdiğimiz esnafa, almak istediğimiz ürünün fiyatını sorduğumuzda, “Bu 25 KM, ama Türkler için 20.” cümlesi bizi bir hayli şaşırtıyor. Türkiye’den geldiğimizi bir çırpıda anlamasının yanında, pazarlık için bize fırsat bırakmadan kendisi gerekli indirimi yapıyor. Birkaç parça hediyelik eşya alıp hvalamızı ettikten sonra dükkândan ayrılıyoruz.
Biraz da Saraybosna’daki yemek kültüründen bahsetmek istiyorum. İlk başta, Boşnaklar için etin çok önemli olduğunu belirtmeliyim. Burada çeşit çeşit et yemekleri ve kebaplar mevcut. Etin her türlüsünü her yemek içerisinde bulabiliyoruz. Kıymalı Boşnak “burek”leri ise oldukça leziz. Görünümü, bildiğimiz böreklerden biraz farklı. Tatlıların da Boşnak mutfağında ayrı bir yeri var. Boşnakların “Tufahiye” adını verdiği, içi cevizle doldurulmuş elma ve kremşantiden oluşan tatlıyı tatma fırsatımız oldu. Oldukça sade görünen bu tatlının, yediğimiz en lezzetli tatlılardan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu tatlının dışında adını bilmediğimiz pek çok çok tatlı Boşnak pastanelerinin vitrinlerini süslüyor.
Kahvenin, özellikle “Boşnak kahvesi”nin ise burada ayrı bir önemi var. Kahverengi bakır cezvelerde, bembeyaz kulpsuz fincanlarla sunulan Boşnak kahvelerinin yanında “kıtlama” şeker veya lokum veriliyor. Cezvedeki kahveyi istediğiniz kıvama getirip fincanınıza boşaltarak içebiliyorsunuz. Bu kahve, bildiğimiz Türk kahvesine oldukça benziyor; fakat biraz daha tatlı ve akıcı bir kıvama sahip olduğunu söyleyebilirim. Yemeklerden söz açılmışken, lahanayı unutmamak gerek. Boşnaklar, beyaz lahanayı şerit şeklinde ince ince doğrayıp üzerine sirke dökmek suretiyle salata niyetine yiyorlar. Lezzetli olduğunu belirtmeliyim.
Saraybosna hakkında söylenebilecekler elbette bu kadar değil, anlatılacak daha çok şey var; fakat bazı şeyleri anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyor. Sözlerime son vermeden önce, Bosna’da bizi aile sıcaklığıyla karşılayan ve her konuda yardımımıza koşan Ramadan Ramçe Öztürk ile eşi Aida Öztürk’e teşekkürü borç bilirim. Onlar olmasaydı, Bosna belki de üzerimizde bu kadar derin etkiler bırakamazdı.
Tesekkur ederim isa bey ben bu yil (temmuz 2014) ailemle fransadan turkiyeye kara yoluyla izine gelicem ve insallah bosnadan geçip orda bir kaç gun kalicam bu verdiginiz bilgiler benim için çok faydali oldu. Bosnada ozellikle Aliya izzet begoviç'in mezarini ziyaret edip bir fatiha okumadan gidersem içime dert olur. Sizden ricam orda baglanti kuracagimiz ve bize gezilecek ziyaret edilecek yerler hakkinda yardimci olabilecek biri varsa ve telefon mail bilgilerini gonderirseniz çok memnun olurum. simdiden çok tesekkur ederim.
Harun Bey merhaba,
Maalesef orada tanıdığım kalmadı, ama Yunus Emre Türk Kültür Merkezi var. Oraya giderseniz size yardımcı olacak birilerinin çıkacağına eminim. Şimdiden iyi yolculuklar...
şu an oradayım. Anlatılandan çok gezilesi ve görülesi yerler var. İnsan kendini ata toprağında hissediyor. Tek fark bizim gibi konuşmayıp yerlere çöp atmıyorlar ve trafik kurallarına uyuyorlar..
Geçen sene oradaydım... İnsanın içi o yıkık dökük evleri görünce tuhaf oluyor. Kimse yaşamasın bundan sonra savaşı...
Elinize sağlık. Fotoğraflar çok şık ve güzel. Ben de en kısa zamanda Bosna'ya gitmek istiyorum. Özellikle savaşın kalıntılarını görmeye...
çok güzel anlatmış ve fotoğraflamışsınız. bosna gezisi ve aida hanıma ulaşmak konusunda yardımınıza ihtiyacım var. bir grup gezisi planlıyorum. mailime yazarsanız sevinirim. şimdiden teşekkürler...
dr. ayşegül baykan, Kayseri
Ayşegül Hanım,
İlginiz için teşekkür ederim. E-posta adresinize gerekli bilgileri gönderdim. İyi geziler dilerim.
Aida hanımın bilgilerini bana da yollar mısınız?
Paylaşım için teşekkürler.
Yorumlara bakılırsa çok güzel bir yerleşim yeri. Aklıma takılan yada bilmek istediğim hala birkaç şey var. Üniversite için Saraybosna'ya geleceğim 1-2 hafta içerisinde ve ilk deneyimim olacak benim için.Üniversitenin kampüsü, eğitimi, arkadaşlık ortamı,kampüs içerisinde öğrenciye sunulan imkanlar nedir ne değildir hala bulamadım. Buralarda bulunan ya da okuyan arkadaşlar varsa bir zahmet yardımcı olabilirler mi acaba?
Maalesef THY, anlaştığımız tur şirketi ve aklına uyduğumuz arkadaş sayesinde bir kez daha Bosna'ya gitme hayalleri suya düştü, işin kötüsü arkadaş, öğrenci tüm tanıdıklara da söylemiş olduk neyse bu bana ders olsun, büyü bozulmasın,nazarlara gelmeyeyim diye kimseye söylemeyeceğim bir daha ki sefere.
ben de kendım den gurur duyorum böyle bir yerde askerlıgımı tamam ladımgın ıcın aslın da askerlık hep orda bıze bir seyler anlatı ama ben yıne de buyuk bir mutluluk duyorum
Çok güzel anlatmışsınız. Bilgilendirme ve fotoğraflar için teşekkürler. Bende Cuma günü akşamı gidiyorum umarım güzel geçer.
aslında anlatılanlar tam olarak anlatıldığı gibi değil ben sarajevo da 6 ay kadar çalıştım ve hemen hemen gezmediğim yer kalmadı mesela geceleri sessiz olmaz oralar ancak hafta içi biraz sakin olur cuma akşamından itibaren sokağa çıkmayan kimse kalmaz eğlenmeyi çok severler çok sıkı arkadaşlarım oldu orada ve daha çekilen fotoğraflar saraybosnayı anlatmaya yetmez özellikle mostar şehri nin her köşesi osmanlı kokuyor ben oralarda iken ağlamamak için kendimi zor tuttum bence oraaları görmek mutlaka görmek gerekiyor tur şirketleri bir haftalık konaklamalarda kişi başı 600dolar alıyor bence bu rakam orada görücekleriniz için çok cüzzi bir miktar
arkadaş süper anlatmış gitmiş kadar oldum.
Beni bu kadar etkileyen bir şehri daha önce görmemiştim. Gerçekten muhteşem... Yazı da bu şehri nitelemeye yetmiş de artmış. Ellerinize sağlık...
ah Saraybosna! sadeliğin insanı bu kadar çektiği sayılı şehirlerden birisi..insan yabancı bir memleketi bu kadar mı vatanımsı sever..
süper bi yere benziyo gidip gezip görmek lazım mutlaka
En güzel şehirlerden bir tanesi.