Bir Rüya İçerisinde
Lise yıllarından...
Gündüzki kavurucu sıcağın ardından ortalık biraz daha serinledi. Güneyden gelip yüzüme çarpan, daha doğrusu çarpmaya çalışan zayıf rüzgar, içimde değişik duygular uyandırıyor. Nedendir bilinmez, yerdeki yaprak kırıntıları ve çiçek parçalarıyla birlikte beni de alıp çocukluk zamanlarıma sürüklüyor. Bana, çocukken kardeşimle birlikte gölün kenarına gidip orada kendimizi bin bir tehlikeye rağmen suya atışımızı hatırlattı. Tehlikeliydi; çünkü su o kadar da temiz değildi. Ayrıca bazı çocuklar burada yılanların olduğunu söylüyordu. Her neyse... Bulunduğum tepeden, aşağıya doğru bakıyorum. Coşkuyla şarıldayan ve yer yer köpüren ırmak dikkatimi çekti. Ondan gözümü alamıyorum. Azgın sular kayalara vurdukça ortaya çıkan görüntü tam bir göz ziyafeti. Yosun tutmuş kayalara baktıkça bakıyorum, baktıkça bakıyorum. Kim bilir ne kadar kaygandır o yosunlar. Hatırlıyorum da, bir seferinde kayanın üzerindeki yosun tabakasına bastığımda kayıp ırmağa düşmüştüm. Şanslıydım ki su o kadar da derin ve kuvvetli değildi. Yoksa beni alıp götürebilirdi. Bir çizik bile almadan ayağa kalkabilmiştim. Ne kadar da gülmüştü arkadaşlarım bana.
Biraz daha ileriye baktığımda su akışı daha da hızlanıyor. Belli ki biraz daha ilerideki ufak şelale çok acıkmış. Nasıl da kendisine doğru çekiyor bu bembeyaz köpüklü suları. Aslında tepeden aşağıya inip suları takip etmek istiyorum ama o kadar yorgunum ki bundan vazgeçiyorum. Belki biraz dinlendikten sonra aşağıya inerim.
Birden, arkamdan bana doğru seslenen birisini duyuyorum. Sanki biri beni çağırıyor. Dönüp baktığımda, rüzgarla birlikte dans eden ağaçlardan ve çalılardan başka bir şey göremiyorum. Acaba bu bitkiler beni dansa mı davet ediyor? Yok canım, öyle şey olur mu? Evet evet olur sanırım. Bitkiler de canlı sonuçta. Onlar da üzülüp soluyor, sevinip açıyorlar. Ahh, ne kadar yorgun olduğumu bilseler bana acırlardı herhalde. Yüzüme çarpan rüzgar biraz daha kuvvetleniyor . Tam o sırada beni çağırdığını hissettiğim ses daha da yükseliyor. Ama o sesin nereden geldiğini tam olarak kestiremiyorum. Demek ki rüzgar şiddetlendikçe ağaçların yaprakları ve çalılar birbirine sürtünüp bu sesi çıkartıyorlar. Ben de bu yalnızlık içerisinde birilerinin beni çağırdığını sanıp sevinmiştim.
Yere uzanmaya karar veriyorum. Hava daha tam kararmadı; ama on beş bilemedin yirmi beş dakika içerisinde karanlık iyice bastıracak. Eve dönmek zorundayım; ama manzara ve ılık hava o kadar cezbedici ki kolumu bile kıpırdatmak istemiyorum. Yeşil çimenlere boylu boyunca uzanıp uyumak ve ertesi güne kadar da uyandırılmamak istiyorum. Ama buraya geldiğimden kimsenin haberi yok. En iyisi biraz daha yorgunluk atıp evin yolunu tutayım. Çimenlere seriliyorum.
Çimenlerin boyları o kadar uzun değil. Ama göz alıcı bir renkleri var. Gerçi havanın kararmak üzere olduğu şu saatlerde onlar da uykuya hazırlanıyorlar ama
gündüzleri çok canlı görünüyorlar. Üzerimdeki açık renkli kot pantolon çimen lekesi olur mu diye düşünüyorum. Aman olsun ne yapayım. Annem eve gidince yıkar ne de olsa. Zaten iki gündür aynı pantolonu giyiyorum, kirlenmiştir.
Rüzgar kesildi. Ben de bunu fırsat bilip gözlerimi kapadım. Umarım uyuyakalmam. O da ne, gözlerimi kapadığım anda rüzgar tekrar esmeye başladı. Benimle dalga mı geçiyor? Yoksa bana eve gitmem gerektiğini mi hatırlatıyor? En iyisi bu sanırım. Eve gitmek. Hem karnım da aç. Öğleden beri bir şey yemedim.
Ne kadar zor olsa da doğrulup kalkıyorum. Tatlı bir yorgunluk bacaklarıma doğru sızıyor. Keşke şu ırmak gibi ben de akıp gitsem… Hava daha da kararmadan
eve gideyim en iyisi. Arkama dönüp ağaçların arasından yola koyuluyorum. Ağaçlar beni selamlarcasına yapraklarını sallıyor. Geniş yemyeşil yaprakları gözüme o kadar güzel görünüyor ki anlatamam. Ne de olsa yaşadığım büyük şehirlerde böyle “doğal” ağaçlar bulmak çok zor. Sadece arada sırada tatil için buraya geldiğimde görebiliyorum. Bodur ağaçların arasından geçtikçe başka bir dünyaya ilerliyorum sanki. Eee ne de olsa burayı, bu ağaçları bırakıp gitmek kolay değil.
Suyun sesi gittikçe azalıyor. En sonunda o güzelim sesi duyamaz oldum. Zaten çimenler de iyice kısalmaya başladı. Az ileride de son buluyorlar. At arabalarının geçtiği tozlu bir yol başlıyor. Ben de o yolu takip edeceğim. Aklımdan bir an önce yarın olsa da yine bu ırmak kenarına gelsem diye geçiriyorum. Tam o sırada arkamdan bir at arabasının yaklaştığını hissediyorum. Gideceğim yer o kadar da uzak değil ama arabacıyı durdurup beni eve bırakmasını
isteyeceğim; çünkü çok yorgunum.
Güzel yazı. Başarıalrınızın devamını dilerim.
öncelikle yakınayım bunu neden bu kadar kısa bitirdin diye. Umarım devamını planlıyorsundur ya da vardır....
sitene her girdiğimde gözüme çarpar okuyacam deyim geçerdim. sonrada unutulur giderdi. şu an saat 5 e 10 falan var ve ben hiç nedensiz sitende dolanıyım dedim 🙂 sonra kendimi zorlayarak yazını okudum ama daha 2. satırdan itibaren hayıflanmaya başladım neyi kaçırmışım diye. tam benim havamda bi deneme olmuş işin açıkçası. 300 sayfalık bır roman olsa uyumayıp bitirebilirdim.
Beni de yazınla beraber lise yıllarıma götürdün. Üslubunda oğuz atay esintileri var. Betimlemeler tasvirler çok orjinal. ne söyleyim ki çok uzattım farkındayım ama hak ediyor bunu. 🙂