Kişisel Ağ Sayfası
www.isa-sari.com

Her Yönüyle Paris: İzlenimlerim ve Gezi Rehberi

1 Temmuz 2012 Pazar 11 yorum İsa Sarı

Venedik’ten sabah saatlerinde havalanan uçağımız, Alp Dağları'nın üzerinden geçerek, bir saat otuz beş dakikalık yolculuğun ardından Beauvais adlı yerleşim biriminin o ufacık, şehirler arası otobüs terminali görünümündeki havaalanına indiriyor bizi. Burası, Paris’ten yaklaşık 80 kilometre uzaklıkta bir şehir, daha doğrusu kasaba. Sonbaharın başlangıcı olmasına rağmen hava son derece soğuk ve de sisli. Paris’in merkezine gidecek ilk otobüse biletlerimizi almak için alelacele gişeye yöneliyor ve biraz bekledikten sonra, 30 € karşılığında, Paris merkezine gidiş-dönüş otobüs biletimizi alıyoruz. Yolculuk yaklaşık bir saat on beş dakika sürecek. Şoför aheste aheste gelerek otobüsü çalıştırıyor ve yola koyuluyoruz. İki yanı yemyeşil, ıssız, fakat geniş kara yollarında son sürat ilerliyoruz. Öngörülen süre sonunda Paris’in girişine ulaşıyoruz.

İlk caddeden itibaren klasik Fransız mimarisi bizi karşılıyor. Derken, Porte Maillot’ya ulaşıyor ve otobüsten inip bagajdan sırt çantalarımızı da aldıktan sonra, şaşkınca etrafa bakınıyoruz. Havanın soğuk olması, üzerimizde kalın giyeceklerin bulunmaması ve de biraz yorgun olmamız (ki önceki geceyi Venedik havaalanında geçirmiştik) dolayısıyla, en kısa zamanda bir otele yerleşmek ve iyice dinlenmek niyetindeyiz. Paris'e gelmeden önce yaptığımız ön araştırmalar sırasında not defterimize yazdığımız otel listesinden, Blanche civarlarındaki bir tanesini seçip oraya gitmek üzere metro, RER (metro benzeri bir sistem), tramvay ve otobüslerde de geçerli olan biletten almak üzere, bilet makinelerine yöneliyoruz. Tabii elimizde harita gibi bir şey de bulunmadığı için, gitmek istediğimiz noktaya nasıl ulaşacağımız hakkında en ufak bir bilgimiz yok. Birilerinden yardım almak üzere dışarı çıkıyoruz. En sonunda bir büfeye yaklaşarak, büfe sahibine belirttiğim noktaya nasıl gideceğimi soruyorum. O ise, iyice dinledikten sonra, gururlu bir şekilde Fransızca olarak cevabını veriyor bana. Açıkçası Paris’e gelmeden önce, bu gibi durumları muhtemelen yaşayacağımızı duymuştum, fakat bunun bir “şehir efsanesi”nden ibaret olduğunu düşünerek inanmamıştım. Evet, gerçekten de bir Fransız, İngilizce bir soruya, sizin anlamayacağınızı bile bile Fransızca yanıt verebiliyormuş. Yine de biz teşekkür edip hiçbir şey öğrenemeden oradan ayrılıp bir otele yöneliyoruz. Otel lobisindeki yardımsever görevli, tüm sorularımıza yanıt veriyor ve bize bir de Paris ile ilgili önemli bilgileri kapsayan harita hediye ediyor. Bu yardımsever Fransıza buradan teşekkürlerimi sunuyorum.

Alp Dağları üzerinden geçerken Beauvais havaalanındaki otobüs bileti gişesi Paris sokaklarından bir kare

Paris’te Ulaşım

Bulmaca çözmeyi sevenler buraya... Evet, Paris’te ulaşım tam bir bulmaca gibi. Metro ve RER haritası üzerinde onlarca muhtemel rota üzerinden dilediğiniz birini kullanıp ya da en kısa rotayı zihninizde çizerek, ulaşmak istediğiniz yere gitmeye başlayabilirsiniz. Haritaya ve metro krokisine baktığınızda, harita olmadan Paris’te kaybolmanın an meselesi olduğunu anında fark edebilirsiniz. Metro ve RER yolları şehrin altını adeta bir örümcek ağı gibi kaplamış durumda. Biz de artık elimizde harita, nereye gideceğimizden emin bir şekilde tekrar bilet makinesine yöneliyoruz. Yarım saat kadar sıra (!) bekledikten sonra, kredi kartımızı makineye okutup 10 adet T+ bileti alıyoruz. Paris’te bulunacağımız süre boyunca bu biletlerin yeterli olacağını tahmin ediyoruz (ki öyle de oldu). T+ biletleri, yukarıda belirttiğim gibi, her türlü ulaşım aracında geçerli ve toplu alımlarda tanesi 1.25 €’ya geliyor. Ayrıca kağıt para ya da bozuk para ile de bu makinelerden yada gişelerden bilet alabiliyorsunuz, fakat bunları her yerde bulabilmek mümkün değil. En iyisi, iyi bir tahminde bulunup ne kadar bilete ihtiyacınız olduğunu öngörerek, yeteri kadar bilet satın almak. Bu makineler haricinde, yukarıda da yazdığım gibi, belli başlı bazı noktalarda bulunan gişelerden de bilet satın alabilmek mümkün, tabii Fransızca biliyorsanız ya da beden diliniz ileri seviyedeyse... Tabelalar, yön göstergeleri ve diğer işaretler de dahil olmak üzere her şey Fransızca ve ilk başta sadece tahminlerden yola çıkarak ilerleyebiliyorsunuz.

Paris Metro, RER ve Tramvay haritasıParis Metro, RER ve diğer ulaşım araçları için bilet makineleri Paristen Metro ve RER fotoğrafları

Öncelikle tam olarak nereye gideceğinizi bilmeniz gerekiyor. Elinizde bir harita olması da şart... Metro ve RER, Paris içi ulaşımda tercih edilecek en önemli iki araç. Yedi bölgeye ayrılmış olan Paris’te gezilip görülecek yerlerin büyük çoğunluğu birinci ve ikinci bölge içerisinde, dolayısıyla sadece bu bölgeleri kapsayan bir harita yeterli olacaktır ki ulaşabileceğiniz turistik haritalar da esas itibariyle bu bölgeleri kapsamaktadır. Haritalar üzerinde metro hatları 1, 2, 3 gibi numaralarla; RER hatları A, B, C harfleriyle; tramvaylar ise T ile belirtilmiş durumda. Ayrıca her hattın ayrı bir rengi var ve aktarma yapılabilecek noktalar beyaz simgelerle gösterilmiş. Bu genel bilgileri edinince, haritayı kullanmak ve gitmek istediğiniz yere ulaşmak son derece kolay bir hâl alıyor. Açıkçası biz, haritayı ve ulaşım sistemini kendi kendimize çözmek zorunda kaldık. Bazen kaybolduk, bazen yanlış ulaşım aracına bindik, bazense yanlış durakta indik; fakat bunlar bile bizim için apayrı ve güzel anılar olarak zihnimizde yer ettiler.

Paristen Metro ve RER fotoğrafları Paristen Metro ve RER fotoğrafları Paristen Metro ve RER fotoğrafları

Porte Maillot’dan Blanche’a gidebilmek için önce 1, sonrasında da 2 numaralı metro hattını kullandık. Metrolar son derece ürkütücü ve temizlikten yoksun. Metro istasyonlarında evsiz insanları, aşırı davranışlarda bulunan acınası durumdaki gençleri, huysuz ihtiyarları ya da suçlu görünümlü, size dik dik bakan kişileri görebilmek mümkün. Ayrıca duvarlarda ve metro araçlarında vandalizmin her türlü örneğini de bulabilmek olası: grafitiler, araçlarda ve duvarlarda ne olduğu belli olmayan yazılar, çizikler, kırılmış camlar... Belli saatlerden sonra buraların tekin yerler olmadığı da söylenenler arasında, ki gördüklerimiz de bizi öyle düşünmeye mecbur bırakıyor ister istemez. Her neyse... İnmek istediğimiz durağa ulaşıyoruz. Metrodan inip yukarı çıktığımızda bambaşka bir dünya bizi bekliyordu. Kalabalık, koşuşturmaca, kargaşa, trafik... Kısacası ne ararsanız var. Öncelikle iyi bir otel bulma arayışı içinde olduğumuzdan, denk geldiğimiz otellerle bir bir görüştük. Üç ya da dört otel sonra, yorgunluğun da verdiği ivedilikle, Hotel de Belgique adlı (sözüm ona) 2 yıldızlı bir otelde, 3 gece toplam 180 €’ya konaklamaya karar verdik. Harabe, yıkık dökük, karanlık ve izbe... Kısacası, konaklayacağımız otel 2 yıldızlı otel görünümünden ziyade terk edilmek üzere olan bir evi andırıyordu. Üstelik otel sahibesi yaşlı bayan ve eşi olduğunu tahmin ettiğimiz bey hiç İngilizce bilmiyordu ve dolayısıyla, kendileriyle zar zor anlaşabildik. 3 gün boyunca idare edebileceğimizi düşünüyoruz ki bu üç gün boyunca herhangi bir sorun da yaşamıyoruz açıkçası.

Blanche Bulvarı ve ortasındaki yürüme yolu Pariste konakladığımız sözde iki yıldızlı otel Subway Sandviç zincirinin Paristeki bir şubesi

Clichy, Pigalle, Fransız İnsanı ve Fransızca

Çantalarımızı odaya bıraktıktan sonra, bir şeyler yemek ve biraz da çevreyi tanımak üzere dışarı çıkıyoruz. Bir “Subway” dikkatimizi çekiyor. Tamamen isteğe göre sandviç hazırlayan bir restoran burası (sanırım Türkiye’de de birkaç şubesi var). Sandviç ekmeğini ve içeriğini, hatta sosları bile tamamen kendiniz belirleyebiliyorsunuz. Sandviçlerimizi yedikten sonra, biraz daha çevreyi tanımaya karar veriyoruz. Boulevard de Clichy (Clichy Bulvarı) boyunca yürüyoruz. Şehrin kendine has mimarisi gerçekten etkileyici. Yeni inşa edilen binalar dahi şehrin estetiği ile bütünleştirilmiş ve böylece klasik Fransız mimarisinin devamı sağlanmış; fakat caddeler ve sokaklar yer yer pislik içerisinde ve pek çok yerde evsizleri, dilencileri, kavga eden gençleri görebilmek mümkün. Bu arada, yeri gelmişken Fransız insanlarının, diğer Avrupa Birliği ülkelerinin insanlarına göre daha meraklı ve daha az hoşgörülü olduğunu söylemeliyim. Zira, yolda yürürken, bir suçluymuşsunuz gibi gözlerinizin içine içine bakabiliyorlar ve kaldırımda yürüyecek yer olmadığında, bırakın yol vermeyi, sanki sizi engellemek istermişçesine istiflerini bozmuyorlar. Yardımsever olduklarını da söyleyemem. Pek çoğu kibirli, soğuk, sabırsız ve kaba... Tabii, genelleme yapmak doğru değil; fakat karşılaştığımız örneklerin çoğu bu şekilde olunca, bu durum bizi ister istemez böyle düşünmeye itiyor. Ayrıca, konakladığımız mevkinin (Pigalle ve Clichy civarı) pek de "hoş" bir yer olmadığını daha sonraları anlayacaktık. Son olarak da Fransızca ile ilgili birkaç hususu aktarmakta fayda görüyorum. Pek çok kişinin bildiği üzere, genellikle Fransızca kelimelerin son sesleri söylenmez. Bir Fransızdan yol tarifi ile ilgili yardım alırken bunu akılda tutmakta fayda var; fakat bu bazen o kadar ileri boyutlarda olabiliyor ki, kelimeler yazılışlarından şaşırtıcı derecede farklı okunabiliyorlar. Örneğin biz, Beauvais kelimesinin /buvi/ ya da /bauv/ gibi seslendirileceğini tahmin ederken, bunun sadece /bu:/ şeklinde (uzun u ya da uv) seslendirildiğini işittik. Bunun gibi pek çok örneğe şahit olduk. Bu bakımdan, telaffuzundan emin olmadığınız kelimeleri söylememekte fayda var. Bu durum bazen yanıltıcı olabiliyor. Bu bakımdan, Fransızcanın genel kurallarını öğrenmek ya da yanınızda bir Fransızca konuşma kılavuzu bulundurmak yerinde bir karar olacaktır.

Paris metrosundan grafiti örnekleri Paris metrosundan vandalizm örnekleri Moulin Rouge

İkinci Gün

Sabah erken kalkıyoruz. Önce, ertesi gün marketten aldığımız kahvaltılıklar ile sabah kahvaltımızı yapıyor, ardından, Victor Hugo meydanından başlayıp Bitkiler Bahçesi (Jardin des Plantes)’nde son bulacak rotamızı çizip otelden ayrılıyoruz. Önceki gün havanın dondurucu derecede soğuk olmasına rağmen, bugün hava son derece açık, ılık ve de güneşli. Şanslıyız... 2 numaralı metro hattını kullanıp Victor Hugo durağında iniyoruz. Burada, Victor Hugo’nun adının verildiği bir meydan ve bu meydandan başlayıp Paris’in simgelerinden biri durumundaki Zafer Takı (Arc de Triomphe)’da son bulan uzunca bir cadde bulunmakta.

Victor Hugo tabelaları Victor Hugo Meydanı Zafer Takı yönünde ilerlerken

Zafer Takı (Arc de Triomphe l’Etoile)

Victor Hugo caddesi boyunca ilerleyip Zafer Takına (Kapısına) ulaşıyoruz. 1806 yılında Napolyon tarafından inşa ettirilen 49 metre yüksekliğindeki bu anıt, 12 caddenin kesiştiği bir kavşağın tam ortasında bulunmakta. Biz de, diğer turistlerin yaptığı gibi yoğun trafikte, araçların ortasından koşarak anıta yaklaşıyoruz. 1923 yılından beri sönmeden yanmaya devam eden ateş, I. Dünya Savaşında ölen Fransız askerlerinin bulunduğu Meçhul Asker Mezarı (Tombe Du Soldat Inconnu) ve anıt üzerindeki dört büyük heykel (Gidiş, Direniş, Zafer, Barış) burayı turistlerin odak noktalarından birisi haline getiriyor. İsteyenler, bu anıtın tepesine asansör ile çıkabiliyorlar. Uzun kuyruk dolayısıyla biz çıkmak istemedik, fakat anıtın tepesinde görülmeye değer bir Paris manzarası olduğunu da biliyorduk.

Zafer Takı önünde

Zafer Takının iç görünümü Zafer Takının iç görünümü Zafer Takı anıt mezarı

Şanzelize Caddesi (Avenue des Champ Elysees)

Zafer Takında on dakika kadar oyalandıktan sonra, yolun karşı tarafına geçip dünyanın en ünlü caddelerinden biri sayılan Şanzelize’ye yöneliyoruz. Caddenin uzunluğu yaklaşık olarak iki kilometre, genişliği ise yetmiş metre civarında. Cadde, geniş kaldırımlarıyla bir anda dikkatimizi çekiyor. Dikkatimizi çeken bir başka şey ise, dükkan vitrinleri oluyor. Birbirinden renkli ve ilgi çekici onlarca dükkan ve kafe bu cadde üzerinde boydan boya sıralanmış durumda. Mercedes, Peugeot, Toyota gibi ünlü otomobil üreticilerinin konsept mağazaları da bu cadde üzerinde. Biz de bunlardan birkaçına giriyor ve en son model otomobilleri inceleme fırsatı buluyoruz. Bu mağazalarda ayrıca otomobillerin minyatür modellerini, firmanın tarihiyle ilgili etkileşimli bilgileri bulabilmek de mümkün. Cadde üzerinde Kültür ve Turizm Bakanlığına ait bir Türkiye tanıtım ofisi var. Bulunduğu binanın üzerindeki dev ekrandan Türkiye ile ilgili videolar seyredilebiliyor. Disney’in genişçe bir mağazası da bu cadde üzerinde dikkatimizi çeken mağazalardan birisi. Birkaç dakikalığına da olsa, içeri girip çocukluk yıllarımıza geri dönüyoruz. Eğer Şanzelize’de susarsanız, cadde üzerindeki büfelerden 2.5 € gibi cüzi bir ücret (!) karşılığında küçük pet şişelerde su alabilirsiniz. Caddenin sonlarına yaklaşırken, sağ taraftaki Grand Palais ve Petit Palais’i de görmek için rotamızı bu iki sarayın ortasındaki sokağa çeviriyoruz.


Şanzelize Caddesinden bir görüntü

Şanzelize Caddesi Şanzelize Caddesi Paris Şanzelize Türk Kültür Merkezi ve Tanıtım Ofisi Şanzelize Caddesindeki büfeler Şanzelizedeki hediyelik eşya dükkanından bir kare Şanzelize Caddesindeki Peugeot mağazasında bir konsept

Grand Palais (Büyük Saray) ve Petit Palais (Küçük Saray)

Grand Palais adıyla bilinen müze ve sergi salonu, 1897'de, 1900 yılında gerçekleştirilecek uluslararası fuar için inşa edilmiş. Yılda yaklaşık 1.5 milyon kişinin ziyaret ettiği bu kompleks, her yıl çeşitli sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Hemen karşısında, Petit Palais, yani Küçük Saray olarak ünlenen bir müze ve sergi kompleksi daha yer alıyor ve bu saray da yine aynı fuar için inşa edilmiş. Şu anda Paris Güzel Sanatlar Müzesi olarak kullanılan bu sarayda resim ve heykeller sergilenmekte. Devasa kalabalık ve metrelerce kuyruk dolayısıyla her iki sarayın da içerisine girme fırsatımız olmadı. Rotamızı Place de la Concorde yani Concorde Meydanına çeviriyoruz.

Petit Palais yani Küçük Saray civarı Petit Palais ve kuyruktaki insanlar Grand Palais yani Büyük Saray

Concorde Meydanı (Place de la Concorde) ve Tuileries Bahçesi (Jardin des Tuileries)

Yaklaşık dokuz hektarlık bu meydan, Paris’in ikinci büyük meydanı durumunda. 1763 yılında açılışı gerçekleştirilen meydanın ortasında, İstanbul Sultanahmet Meydanındaki dikilitaşın bir benzeri yer almaktadır. Bu dikilitaş 19. yüzyılda Mısır Hükümeti tarafından Fransa’ya hediye edilmiş ve ardından Mısır Obeliksi olarak da anılmaya başlanmıştır. Üzerinde, II. Ramses’in hükümdarlığını anlatan çeşitli hiyeroglifler yer almaktadır ve 23 metre uzunluğunda, 280 ton ağırlığındadır. Bu dikilitaş dışında, meydanda iki büyük çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmeler, bilhassa üzerlerinde yer alan figürler dolayısıyla turistlerin ilgisini çekiyor. Meydanı geçtikten sonra, geniş bir bahçe karşımıza çıkıyor: Tuileries Bahçesi. Bu bahçe Concorde Meydanı ile Louvre Müzesi arasında bulunuyor. 1564 yılında tamamlanmış olan bu bahçede simetrik olarak tasarlanmış havuzlar bulunmakta. Ayrıca bahçenin çeşitli noktalarında heykeller, sıradışı sanat eserleri ve oturma yerleri mevcut. Yaklaşık 500 metre uzunluğundaki bahçede biraz dinlendikten ve bir şeyler atıştırdıktan sonra Louvre’a yöneliyoruz. Not: Louvre’a giden bahçede, siyahiler birbirinden güzel hediyelik eşya satıyor. Değerlendirmekte fayda var.

Concorde Meydanı ve Dikilitaş

Concorde Meydanı Concorde Meydanındaki havuzlar Tuileries Bahçesi

Tuileries Bahçesi Tuileries Bahçesi Tuileries Bahçesi

Louvre Müzesi (Musée du Louvre)

Günde 20 bin kişinin ziyaret ettiği Louvre, Fransa’nın, 1793 yılında açılmış ilk devlet müzesidir. 60 bin metrekare alan üzerine kurulu bu devasa büyüklükteki müze-sarayda, tarih öncesi dönemlerden 19. yüzyıla kadarki devri kapsayan yaklaşk 380 bin eser sergilenmektedir. Leonardo da Vinci’nin meşhur Mona Lisa tablosu da bu müzededir. Müzenin tamamını dolu dolu gezebilmek için saatlerin değil günlerin gerekli olduğu söyleniyor, ki müzenin büyüklüğü de bu düşünceyi geçerli kılıyor. Biz, maalesef yine metrelerce kuyrukta bekleyen binlerce insan dolayısıyla müzeyi gezemiyoruz. Aslında ilk başta, bu uzun kuyruğa rağmen, "Buraya kadar gelmişken Louvre’u ziyaret etmeden ayrılmayalım." diyoruz kendi kendimize. Belli bir süre sırada da bekliyoruz, fakat inanılmaz derecedeki yoğunluğu ve Paris’teki sınırlı zamanımızı düşünerek, müze ziyaretimizi bir başka Paris seyahatimize erteliyoruz. Müze önündeki camdan piramidi ve müzenin bahçesini dolaştıktan sonra, Seine Nehri üzerindeki iki doğal adadan biri olan İle de la Cite’ye yöneliyoruz.

Louvre Müzesinin girişi

Louvre Müzesinin önü Louvre Piramidi Bir başka açıdan Louvre Müzesi meydanı

İle de la Cite Adası ve Notre Dame Katedrali (Notre Dame de Paris)

Bu ada, Seine Nehri üzerindeki iki doğal adadan büyük olanı. Ortaçağdaki tarihî şehir bu ada üzerine kurulmuş. Notre Dame Katedrali, tarihî Sainte-Chapelle ve Conciergerie Hapishanesi bu ada üzerinde. Adaya ulaşımı sağlayan dört ana köprünün yanı sıra ikinci doğal ada ile bağlantısını kuran bir de ufak köprü mevcut. Biz Neuf Köprüsü (Pont Neuf) üzerinden adaya geçiş yapıyoruz ve yönümüzü doğrudan Notre Dame Katedraline çeviriyoruz. Gotik tarzda inşa edilmiş bu katedrali ilgi çekici kılan, sanırım bu sıra dışı mimarisi. 1163 yılında yapımına başlanan katedral ancak 1345 yılında tamamlanabilmiş. Katedral girişinde genişçe bir meydan var ve yapının batı cephesi burası. Katedral, genellikle de bu cephesi ile fotoğraf karelerinde yer alır. Katedralin içerisinde büyük bir org ve beş çan mevcut. Biz de, Katedral önündeki yoğunluğun az olduğunu görüp burayı ziyaret etmeye karar veriyoruz. Birkaç dakikalık bekleyişin ardından Katedralin mum ışıklarıyla aydınlatılan karanlık iç kısmına giriyoruz. Orgun sesi içeride adeta yankılanıyor. İsteyenler Katedralin tepesine de çıkabiliyor, fakat biz yine yoğunluktan ve vakit darlığından dolayı çıkmak istemiyoruz. Katedralden çıkıp, Ile de La Cite’yi dolaşıyoruz. Karnımızın hafiften acıktığını da hissedip bir Fransız krepi tatmak istiyoruz. Çinli bir kızın pişirdiği krepin hazırlanışı dikkatimizi çekiyor. O kadar ahenkli ve bir o kadar da pratik bir şekilde hazırlıyor ki krepleri... Son derece kolay görünüyor aslında. Krepimizi de yedikten sonra ada üzerindeki hediyelik eşya dükkanlarını dolaşmaya başlıyoruz. Rengarenk anahtarlıklar, her boyutta minyatür Eyfel kuleleri, çeşit çeşit magnetler, aksesuarlar, çakmaklar... Ne ararsanız var kısacası. Birkaç hatıra ve hediyelik alıp Seine Nehri'nin karşısına, Saint Bernard Caddesine doğru yöneliyoruz.


Fransız krebinin yapılışı
Notre Dame Katedrali

Notre Dame Katedralinin içi Notre Dame Katedralinin arka kısmı Seine Nehri

Bitkiler Bahçesi (Jardin des Plantes) ve Pantheon

Saint Bernard Caddesi üzerinde, Seine Nehri’ne bakan tarafta seyyar sahaflar gözümüze ilişiyor. Pek çok ünlü yazara ait romanlar, eski el yazması eserler, karakalem çalışmaları, resimler, boyamalar... Bu sahaflarda bunları bulabilmek mümkün. Cadde üzerinde biraz daha ilerliyor ve merdivenlerden aşağı inip Seine Nehri’ne daha da yakınlaşarak nehir kenarında yürümeye başlıyoruz. Nehrin kenarında dans eden insanlar dikkatimizi çekiyor. Onları da biraz izledikten sonra caddenin sonunda, bol yeşillikli bir alana giriyoruz. Yemyeşil ağaçların gölgesi altında upuzun bir yürüyüş yolu... Yolun sonunda, içerisinde 4 bin beş yüz bitki türünü barındıran Bitkiler Bahçesi (Jardin des Plantes) ve bahçeyi çevreleyen dört müze. İlk başta botanikçiler ve botanik öğrencileri için tasarlanmış olan bu bahçe, 10 bin metre karelik bir alan üzerine kurulu. Bahçedeki düzen ve her bitki için ayrı ayrı yazılmış Fransızca açıklama tabelaları görülmeye değer. Daha önce hiç görmediğimiz, adını bile duymadığımız çiçek ve diğer bitkileri burada gördük, onlara dokunma imkânı bulduk. Paris’ten, şehir hayatından apayrı bir yer burası. Doğayla ve bitkilerle tamamen iç içe. Yaklaşık bir saat kadar da burada bulunduktan sonra, havanın kararmaya başlaması ve günün yorgunluğunu hissetmemizle birlikte artık otele dönmeye karar veriyoruz. Bahçeden çkınca Mosquee de Paris (Paris Camisi) civarından, Paris’in arka sokaklarında biraz yürüdükten sonra, devasa büyüklükte bir yapı ile karşılaşıyoruz. Burası, ilk başlarda kilise olarak tasarlanan, fakat 1789’dan sonra hükümet emriyle önemli Fransız şair, yazar ve bilim adamlarının defnedildiği bir anıt mezar olarak kullanılmaya başlanan bir yapı. Voltaire, Jean-Jacques Rousseau, Victor Hugo, Emile Zola, Pierre Curie, Marie Curie ve Alexandre Dumas buraya defnedilen isimlerden bazıları.

Artık hava iyice karardı. St. Michel Bulvarında biraz daha dolaşıp en yakın metro istasyonunu kullanarak, iki aktarma ile otelimize dönüyoruz. Bugün içerisinde yürüyerek kat ettiğimiz toplam yol, yaklaşık 10 kilometre. Yorumu size bırakıyorum.

Paris Bitkiler Bahçesi Paris Bitkiler Bahçesi Paris Pantheon

Üçüncü Gün

Paris’in Meşhur Bit Pazarı: Puces de Montreuil

Yine erkenden kalkıp kahvaltımızı ettikten sonra yola koyuluyoruz. İlk durağımız bir Fransız bit pazarı. Evet, yanlış okumadınız, bit pazarı. Fransızların Puces de Montreuil olarak adlandırdığı bu pazar, Paris’in en eski bit pazarlarından birisiymiş ve 1800’lü yıllardan beri buradaymış. Eyfel kulesinden daha çok, Paris’in göbeğindeki bu tarihî bit pazarını merak ediyoruz doğrusu. Hedefimiz: Montreuil. Hayli uzakta olan bu noktaya erişmek için bir RER bir de metro kullanıyoruz. Metro istasyonundan çıkınca bambaşka bir Paris ile karşılaşıyoruz. Seyyar satıcılar, dilenciler, kargaşa ve gürültü. Etrafımızda İngilizce konuşan birini bulabilmenin imkânsız olduğunu da biliyoruz. Bu yüzden, yön bulma hissimize güvenip yolun karşı tarafına geçiyoruz. Evet, o meşhur pazar orada. Düzensiz tezgahlarda yüzlerce insan bir telaşe içerisinde. Kırık dökük televizyonlar, paslanmış kaşık ve çatallar, bir kenarı kırılmış hediyelik eşyalar, yırtık pantolonlar... Ne ararsanız var bu bit pazarında ve alıcıları da hayli fazla. Ülkemizde olsa "işe yaramaz" denilerek çöpe atılacak ürünler bu pazarda raflarda sergileniyor. Satıcılar genellikle Afrika ya da Arap ülkelerinden. Birkaçıyla sohbet ediyor ve bu pazarın Fransızlar arasında popüler olduğunu, her gün binlerce Fransızın buraya ürün almak ya da satmak için geldiğini öğreniyoruz. Pazardan çıkıp, karşı taraftaki alışveriş merkezine ve Carrefour’a yöneliyoruz. Birkaç parça atıştırmalık yiyecek, su ve meyve suyu alıp çantamıza depoladıktan sonra metroya biniyor ve soluğu Eyfel Kulesinde alıyoruz.

Paris Bit Pazarı

Paris Bit Pazarı

Challiot Sarayı (Palais de Chaillot) ve Eyfel Kulesi (La Tour Eiffel)

Eskiden, üzerinde bir köy kurulu olan, bugün ise Eyfel Kulesinin karşısındaki bulunan tepede son derece büyük bir saray var: Challiot Sarayı. İsmini, üzerine kurulu olduğu tepeden alan bu sarayda Ulusal Denizcilik Müzesi (Musee national de la Marine), Etnoloji Müzesi (Musée de l'Homme) başta olmak üzere önemli müzeler bulunmakta. Bu müzelerin tamamını ziyaret etmek isterdik, fakat ne yazık ki, defalarca belirttiğim üzere, vaktimiz oldukça sınırlı. Bu sarayı ve müzeleri sadece dışarıdan görüp Eyfel Kulesine doğru yürüyoruz. Tepeden aşağı inerken, kimsenin olmadığı, tertemiz ve yemyeşil bir park ilişiyor gözümüze. Parktaki banklardan birisine oturup bir şeyler atırştırmaya ve biraz da dinlenmeye karar veriyoruz. Yarım saat kadar dinlendikten sonra, Aquarium de Paris (Cineaqua) önünden yolun karşı tarafına geçip Eyfel’e ulaşıyoruz. Kimilerine göre "koca bir demir yığını" kimilerine göre "dünyanın en harikülade sanat eserlerinden biri" olan bu üç yüz metrelik kulenin kendisine has bir atmosferi olduğu aşikâr. Kuleye çıkmak isteğindeydik, fakat neredeyse yarım kilometre uzunluğundaki kuyruğu görünce bundan vazgeçmek zorunda kalıyoruz. "Bir başka sefere..." diyerek avutuyoruz kendimizi. Yeri gelmişken hatırlatayım: Üç bölümden oluşan kuleye ister merdivenlerle (toplam 1655 basamak) isterseniz asansörle ulaşabiliyorsunuz. 2011 yılı için asansörle ikinci kata çıkış ücreti yetişkinler için 8.2 €, merdivenle aynı kata çıkış ücreti ise 4.7 € idi. Kulenin en üst bölümüne çıkış ise 13.4 €. Bildiğim kadarıyla, en üst bölüme sadece asansör ile çıkabilmek mümkün.

Eyfel Kulesi

Eyfel Kulesi Eyfel Kulesi Eyfel Kulesi

Champ de Mars

Eyfel Kulesinin önünde uzanan yaklaşık bir kilometrelik yeşil alan burası. Champ, kısaca ‘alan’ demek. Mars ise Antik Roma Savaş Tanrısının ismi. 1500’lü yıllarda tarım için kullanılan Champ de Mars, bugün turistlerin üzerinde dinlendikleri, Eyfel Kulesini arkalarına alarak fotoğraf çektirdikleri bir alan. Biz de geleneği bozmuyor ve arkamıza Eyfel’i alarak hem kendi fotoğraf makinemizin deklanşörümüze hem de yoğun istek üzerine diğer turistlerin makinelerinin deklanşörüne basıyoruz. Hitler’in dahi burada, Eyfel Kulesini arkasına alarak fotoğraf çektirdiği bilinmektedir (bkz. ilgili fotoğraf).

Askerî Okul (Ecole Militaire), Les Invalides ve Montparnasse

Champ de Mars’ı geçtikten hemen sonra Askerî Okul’a ulaşıyoruz. Tabii, daha faaliyette olduğu için içeri girmek yasak, biz de bu yapıyı dışarıdan görüp Les Invalides’e yöneliyoruz. Burası askerî bir müze aslında. İçerisinde bir kilise, anıtlar, geniş bir bahçe ve hastane ile bakım evi bulunuyor. 1670 yılında dönemin Fransa kralının emriyle, savaş mağdurları için inşa ettirilen bu yapıda Napolyon başta olmak üzere tanınmış Fransız devlet adamları ve komutanlarının mezarları yer almakta. Burayı da gördükten sonra, aynı isimli bulvar üzerinden, bir zamanların kültür merkezi olan Montparnasse’a doğru yürümeye başlıyoruz. Bulvar üzerinde pek çok lüks kafe ve restoran mevcut. Fransız mimarisinin çeşitli örnekleri de... 20 dakika kadar yürüdükten sonra Montparnasse Gökdeleni (Tour Montparnasse) ve Galeries Lafayette adlı ticaret merkezine ulaşıyoruz. 210 metre uzunluğundaki Montparnasse Gökdeleni, Fransa’nın ikinci ve Avrupa’nın on birinci en uzun yapısı konumunda. 1995 yılında "Örümcek Adam" lakaplı Alain Robert’in hiçbir ekipman kullanmadan tırmandığı gökdelen bu. Kulenin tepesinde bir restoran var ve bu restoranın terasından, 40 kilometre görüş uzaklığına sahip 360 derece Paris manzarası seyredilebiliyor. Kulenin hemen yanıbaşındaki Galeries Lafayette ise, içerisinde lüks mağazaların bulunduğu bir alışveriş merkezi.

Paris Askeri Okulu civarından Invalides Invalides

Lüksemburg Bahçesi (Jardin du Luxemburg)

Montparnasse Bulvarı üzerinden kuzeydoğu yönüne doğru ilerleyip Lüksemburg Bahçesi (Jardin du Luxembourg) adı verilen oldukça geniş bir parka ulaşıyoruz. Paris’in ikinci büyük parkı olan bu park 16. yüzyıl başlarında Medicis ailesi tarafından yaptırılmış ve içerisinde Lüksemburg Sarayı da bulunmakta. Victor Hugo’nun baş yapıtlarından Sefiller’de de sıkça adı geçen bu bahçe içerisinde birbirinden özgün pek çok heykel, anıt, çeşme ve büyükçe bir havuz bulunmakta. Yemyeşil çimlerin üstüne uzanıp kendisini doğaya bırakmak isteyenler için ideal bir mekan burası. Rengarenk çiçekler ise eminim ki bayanların ilgisini hayli çekecektir. Burada biraz dinlenip taze havanın tadını çıkardıktan sonra, St. Michel Bulvarı üzerinde yürüyor, ardından metro ve RER’i kullanarak Sacre Coeur’a yöneliyoruz.

Lüksemburg Bahçesi Lüksemburg Bahçesi Galeries Lafayette

Sacre Coeur Bazilikası ve Montmartre Tepesi (Ressamlar Tepesi)

Paris’in en yüksek tepesi üzerine inşa edilmiş olan bu bazilikanın adı “Kutsal Kalp” anlamına gelmektedir ve Notre Dame Katedralinden sonra turistler tarafından en çok ziyaret edilen ikinci anıt-kilisedir. Bazilikanın inşaatı 1874 yılından 1914 yılına değin sürmüştür. Biz de, buraya en yakın durakta inip batısındaki patikadan tepeye doğru tırmanıyoruz. Tepenin zirvesine doğru çkarken, geniş bir Paris manzarası görülebilir hâle geliyor. Montparnasse Gökdeleni, göze çarpan ilk binalardan. Bazilikanın önündeki geniş ve dik merdivenlerden yukarı doğru çıkıyoruz. Yüzlerce turist bu merdivenlerde oturup manzarayı seyrediyor vaziyette. Biz de oturup birkaç kare fotoğraf alıyoruz burada. Kiliseyi ve civarını da gördükten sonra bu kez güney yönünde aşağıya iniyoruz. Ayrıca, dünyanın pek çok noktasından gelen ressamların bulunduğu bir “Ressamlar Tepesi” de bazilikanın arka tarafında bulunuyormuş. Biz, vaktimizin sınırlılığı sebebiyle buraya gitmedik. Aşağıya, metro bileti kullanarak finiküler ile inilebilir, fakat biz yürümeyi tercih ediyoruz. Tepenin eteklerinde siyahiler, rahatsız edercesine yoldan geçen turistlere, özellikle çiftlere, ellerindeki iplerle sanırım bir oyun oynatıyorlar. Bize ilişmiyorlar, fakat çoğu kişi rahatsız bu durumdan. Burası, Paris’in biraz arka mahallelerinde kaldığından dolayı çoğu turist için korkutucu olabilir. Yokuş aşağı inerken, bazilika alanının bittiği yerden Rochechouart Bulvarı (Boulevard de Rochechouart) civarlarına kadar pek çok hediyelik eşya dükkanı var. En zengin hediyelik eşya çeşidi sanırım burada, fakat sokaklar ve dükkanlar son derece kalabalık. Yürüyerek katettiğimiz yaklaşık on kilometre yolun ardından, civardaki Carrefour’dan yiyecek bir şeyler alıp tekrar otelimize geliyoruz.

Sacre Coeur Bazilikası

Sacre Coeur Bazilikası

Dördüncü Gün

Bugün, Paris’te son günümüz. Barselona’ya havalanacak uçağımızın hareket saati 21.30. En geç 18.30’da havaalanına gidecek otobüse binmek düşüncesindeyiz. Otele veda edip çantalarımızı sırtlandıktan sonra, bu kez yürüyerek otel civarındaki yerleri görme kararı alıyoruz. Güneye doğru, Lamartine Caddesi üzerinden Opera Garnier’in önünden geçip yol üstündeki bir Apple Store’a uğruyoruz. Burada iPhone, iPad ya da Macbook gibi teknoloji harikalarının fiyatları Euro üzerinden olmasına rağmen yine de Türkiye’ye göre daha ucuz.

Opera Garnier, Pinacotheque, Madeleine ve Place Vendome

Paris’i adım adım yürümek umuduyla çıktığımız dört günlük serüvenimizde maalesef bunu başaramıyoruz. Bu yüzden, önemli müze ve binaları, daha önceden de belirttiğim gibi dıştan görmekle yetiniyoruz. İlk olarak Opera Garnier adlı opera binası önünden geçiyoruz. 1979 koltuk kapasiteli bu opera binası, başlatılan bir yarışma sonucu 1874 yılından Charles Garnier adındaki bir mimar tarafından inşa edilmiş. Pinacotheque ise, diğer galerilere nazaran daha "sade" bir sanat galerisi. Belli zamanlarda burada çeşitli etkinlikler gerçekleştiriliyormuş. İlerlerken, antik Yunan yapılarına benzer bir bina dikkatimizi çekiyor. Burası, Napolyon’un emriyle inşa ettirilen Madeleine Kilisesi. Geniş ve uzun sütunları, antik tarzda mimarisi ile görülmeye değer. Place Vendome, yani Vendom Meydanı, ortasında büyük bir sütun ve etrafındaki pahalı kuyumcular ile, son derece "lüks" bir meydan. İngiliz Prensesi Lady Diana’nın son gecesini geçirdiği Ritz Oteli de burada. Bu saydığım binaları ve sarayları da sadece dıştan görüp fotoğrafladıktan sonra, tekrar Tuileries Bahçesi içerisinden Seine Nehri’nin karşı tarafına geçip Orsay Müzesini görüyoruz. Gece biraz yağmur yağdığı için, bahçe çamurlu ve banklar ıslaktı. Çeşitli akrobatik hareketlerle çamurlu yerlerden geçmemeye çabalıyoruz...

Paris çöplüğü Madeleine Royal Trinite

Vendome Meydanı Opera Garnier Lüks mağaza ve hemen yanı başında bir dilenci

Orsay Müzesi (Musée d'Orsay)

Louvre’dan sonra Paris’teki en önemli müzelerden biri olan Orsay Müzesi’nin yapımı, 1986 yılında tamamlanmış ve yine bu tarihte ziyarete açılmış. Çoğu Avrupa’dan getirilmiş mobilya, heykel, tablo, fotoğraf gibi parçalardan oluşan yaklaşık 4 bin sanat eserinin sergilendiği bu müze, Seine Nehri’nin hemen kıyısında. Müze önündeki çeşitli heykeller dikkatleri üzerine çekiyor. Her müzenin girişinde olduğu gibi, henüz sabah erken saatler olmasına rağmen, Orsay’ın önünde de müzeyi ziyaret etmek isteyen yüzlerce insandan oluşan bir sıra var. Biz de müzenin etrafında biraz dolaştıktan sonra, Anatole Caddesi üzerinden Seine Nehri manzarası eşliğinde, Nehir boyunca yürümeye başlıyoruz. Nehrin kıyısında bir açık hava fotoğraf sergisi var. Biz de bu sergiyi izliyor ve yolumuza devam ediyoruz. Eyfel Kulesi’ni bir kez daha gördükten sonra hat boyunca ilerliyor ve Amerika’daki Özgürlük Heykelinin küçüğüne doğru yürüyoruz.

Orsay Müzesinin girişi

Orsay Müzesinin girişi

Küçük Özgürlük Heykeli ve Fransa Radyosu

Orsay Müzesi’nden batıya doğru yaklaşık 4 kilometre yürüyor ve gökdelenlerin ardında, Seine Nehri’nin ortasındaki küçük Özgürlük Heykeline ulaşıyoruz. Bu heykel, Fransızlar tarafından kuruluşunun yüzüncü yılı dolayısıyla Amerika’ya hediye edilen yaklaşık 93 metre uzunluğundaki heykelin bir kopyası. Buradaki kopya ise 11 metre uzunluğunda ve yüzü batıya dönük olacak şekilde nehrin tam ortasına yerleştirilmiş. Grenelle Köprüsü (Pont de Grenelle) üzerinden Nehrin karşı tarafına geçiyor ve bir kafede sıcak bir şeyler içip biraz da dinleniyoruz. Yolun karşı tarafında Fransa Radyosu’nun 1963 yılında Charles de Gaulle tarafından açılışı gerçekleştirilen devasa büyüklükteki binasını gördükten sonra, La Defense’a gitmek üzere birkaç bilet daha alıyor ve metroya biniyoruz.

Fransa Radyosu yanından Eyfel Kulesi

Fransa Radyosu yanından Eyfel Kulesi

La Defense

1 numaralı metro hattının son durağında iniyoruz. Metrodan çıkıp yukarıya doğru yürüdüğümüzde, etrafımızı ansızın büyük bir kalabalık ve gürültü kuşatıyor. Burası, birkaç metro ve tren istasyonunun kesişim noktası. Yüzlerce insan hızlı adımlarla bir yerlere yetişebilmenin telaşında... Geniş bir yeraltı çarşısı da var burada. Bir kat daha çıkıp yüzeye, yani La Defense’a ulaşıyoruz. Paris şehir merkezinin biraz dışında, yaklaşık 14 kilometrekarelik bir alana kurulu olan La Defense, Paris’in iş ve ticaret merkezi olarak da biliniyor. Paris’in klasik mimarisi yerine metrelerce yükseklikte gökdelenler ve modern binalar hakim burada. Bilhassa The Grande Arche adlı bina, hem tasarımı hem de büyüklüğü dolayısıyla benzeri başka yerde bulunmayan bir yapı. Ayrıca, 2016 yılında tamamlanması planlanan ve tamamlandığında, Avrupa Birliğinin en yüksek binası unvanını taşıyacak olan Hermitage Plaza da burada yer alıyor.

Ne yazık ki, dışarıya çıkar çıkmaz yağmur çiselemeye başladı. Her ihtimale karşı yanımızda bulundurduğumuz şemsiyemizi çantadan çıkarıp yağan yağmurun altında La Defense’i geziyor ve ardından bir elektronik mağazasına giriyoruz. Buradaki elektronik fiyatları, diğer ülkelere göre biraz pahalı geliyor ilk başta bize. Biraz daha gezdikten sonra, merkezin arka tarafına geçiyor ve buradaki bir “başparmak heykeli” önünde fotoğraf çektiriyoruz. Ardından biraz dinlendikten sonra tekrar metroya yöneliyor ve rotamızı Kongre Sarayı (Palais des Congres)’na çeviriyoruz.

La Defense'tan bir kare

La Defense'tan bir kare

Kongre Sarayı (Palais des Congres), Porte Maillot ve "Elveda Paris"

Yürüyerek katettiğimiz yaklaşık 35 kilometre yolun ve dört günün ardından artık iyiden iyiye yorulduk ve ayaklarımız çeşitli yorgunluk, hatta rahatsızlık sinyalleri vermeye başladı. Paris’teki bu son günümüzde, kalan son 4-5 saatimizde, buraya geldiğimiz ilk günde otobüsten indiğimiz noktaya, yani Porte Maillot’ya tekrar varıyor ve buradaki Kongre Sarayının altındaki alışveriş merkezinde kısa bir tur atıyoruz. Ardından, Square A et R Parodi’deki bir parkta oturup yorgunluk atmaya ve kendimizle birlikte güvercinleri de beslemeye çalışıyoruz. Sıcaklık biraz arttı... Parktaki sessizlik, temiz hava ve La Defense manzarası gölgesinde yeterince dinlendiğimize kanaat getiriyoruz. Saat 18.00, Barselona’ya hareket edecek uçağımızın kalkış saati 21.00. Beauvais Havaalanına gidecek otobüsün hareket saati de yaklaşmak üzere. İlk gün otobüsten indiğimiz noktaya, otobüs duraklarına tekrar gidiyor ve sıraya geçiyoruz. Biraz bekledikten sonra otobüse biniyoruz ve yine yaklaşık bir saat sürecek yolculuğumuza başlıyoruz. Güneş batmak üzere... Radyoda çalan Fransızca şarkılar eşliğinde Paris’e son bir kez bakıyor ve "Elveda Paris!" diyoruz içimizden. Paris gezilecek yerler ile ilgili bu yazıyı beğendiğinizi umuyorum...

Paris Kongre Sarayı

Paris Kongre Sarayı

 

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

11
Bir yorum yapabilir veya soru sorabilirsiniz.

avatar
8 Yorum konuları
3 Konu cevapları
0 Takipçiler
 
En çok okunan yorum
En fazla talep alan yorum
9 Yorum yazarları
zeyneppMeçhul AdamSemra Barlasbeyzamfmİsa Sarı Son yorum yazarları
  Abone ol  
en yeni en eski en beğenilen
Şunları bildir:
zeynepp
zeynepp

verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz isa bey kaleminize sağlık bizde kısmet olursa kasım ayında gidicez ama tarihten yana çok tatmin değilim sanırım o tarihlerde hava nasıl olur acaba inşallah iyi olur

Meçhul Adam

Yazılarınız çok detaylı. Bu bilgilerle rehberlik yaparsınız sanırım. Klavyenize zeval gelmesin 🙂

Semra Barlas
Semra Barlas

Ağzınıza, kaleminize sağlık Isa Bey,
Yazdıklarınızın hepsini gezemedik tabi  ama sağ olsun Paris Dolmuşu’ nün şoförleri bizleri Paris'te yönlendirdiler.
Gitmeğe iki gün kala sitelerinden rezervasyon yaptırdık ve bizleri karşıladılar.
Herkese tavsiye ederiz.

beyzamfm
beyzamfm

Sanzalise alisveris merkezi disinda bence cok cok abartilacak birseyi yok Parisin ben de 3 ay 3 ay once bir haftaligina gittim ama umdugum kadar ilgi cekici degildi

Heyecan Gerçeker
Heyecan Gerçeker

Bizde 6 kişilik bir grup olarak 14/18 Ekim tarihlerinde gitmeyi düşünüyoruz. Yazınız oldukça faydalı oldu. Biz de aynı rotayı takip edebiliriz. Bilgilerini için çok teşekkür ederim.

Proxy1
Proxy1

Çok güzel anlatmışsınız. Yeni gidenler için rehber niteliğinde. Eğer gidersem bu yazdıklarınızı yazdırıp gezi programımı bına göre yapacağım. Elinize sağlık.

nurgul
nurgul

belki parise 7 kez gitmisimdir fakat sizin kadar gezip gorme imkanim olmadi,biz gunu birlik turlarla rehbersiz gidiyoruz ...ve sizin sayenizde anladimki gezip gorulcek cok yerler varmis tskler bu bilgileri bizle paylastiginiz icin seneye 19 nisan 2014 tekrar bir grupla gitmek istiyorum ama bu kez rehbersiz cikmayacagimdan eminim

Paris Rehberi
Paris Rehberi

Paris defalarca gitsem de sıkılmayacağım yerlerin başında geliyor. Keşke orada yaşama imkanım olsa diyorum her zaman.